13 Kasım 2012 Salı

can sıkılmacaları part 1

renkler çok uyumlu,
nefes alışverişlerimiz rengarenk ve can bunalmaları simsiyah,
kelimeleri hatırlamaya üşenip üretkenliğe sığınarak çok daha kolay ve akılda kalmayacak olan, insanlığın kaleme aldığı hiç bir lügatta yeri olmayan kelimecikler. belki bazı anlamlara geleceklerdir, ama gerek yok, kalsınlar.

türetmek türetmek, sonu olmayan bir şey bu. bana bıraktınız bu işi ben de her halükarda, devamlı surette türetir ve türetirim.
ali türedi.
bir hocamın adıydı.
hangi okuldu bilmiyorum unuttum.
çok okul da değiştirmedim oysa ki.
890 ilkokul numaram 376 lise numaram bir de üni öğrenci no, o kadar işte.
buna rağmen kimdi bu ali türedi, nereden geldi nereye gidiyor, neler oluyordu da bitti de biz böyle apaçık meydanda kaldık.
endişeleri paketlemeden yazılmıyor hiç bir şey.
sen yazacaksın, insanlar gülecek, sen yazacaksın, insanlar alay edecek, nasihat edip, şunu şöyle bunu yap diyecek.
insan işte her zaman bir şeye müdahale eder, edecek.

ya seni seviyordur daha güzel ol ister, ya da her hamlesiyle senden üstün olduğunu, hatanı bulduğunu hissettirmeye çalışır ya da saçmadır; anlamaz bir şey, öylesine karalamıştır.

öyle anlar olur ki, çok beklettiğin için düşünceler birbirine girer, onları bir düzene koyabilmek adına, peşi sıra dizersin kelimeleri ortaya çıkan cümleleri cımbızla çeker ve onlardan tümevarım yapmaya çalışır, çoğu zaman da beceremezsin zaten. beceriksiz seni.

canı sıkılırsa insanın don kişotu yeniden yazabilir, okumak bile fevkalade zor iken, canı sıkılan bir insan gerçekten onu tekrardan yazabilir.
don kişota saygı duymuyorum, meriç ustam kusura bakma, benim gözümde senin gözündeki kadar şerefli değil.

bugün iki ayet ezberledim mi?
ezberledim mi bugün iki ayet?
iki ayet ezberlemedim bugün!
o zaman ezberlemek lazım iki ayet.
kitap ve sağlıcakla kalın.

Şevket.

ya bir de haftasonu şark dişçisini izledim, konusu yavan ve sıkıcıydı, ama oyun rengarek oyuncular da pek hoştu.
ziyadesiyle karışık oldu, şimdi sevdim bu can sıkılmacaları oyununu.

6 Kasım 2012 Salı

bir tiyatro

Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberlerinin içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmaklarının ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak
koyu bir karanlık...

Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek:
filanca gün,filanca yerde söylediğim söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...

Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...


Bir cumartesi akşamı, yanımda sevgili bir insan ile taksim küçüksahnedeyiz. biletlerimizle birlikte o eski tiyatro salonundaki yerimizi aldık.
Taksim küçüksahne: modern tiyatro salonlarıyla pek bir alakası olmayan, ısıtma sistemine ait kaloriferlerlerin dahi 20 yıl öncesinin modernitesiyle göz doldurduğu, adı üstünde küçük, koltukları ufak, hayli eski ve ziyadesiyle güzel bir salon.
Nazım Hikmet Ran. Bir saatlik bir oyun "Ne güzel şey hatırlamak seni" 
yanımda güzel bir insan, şiir okunurken yer yer ağlıyor, hassas, naif. 
oyuncular göz dolduruyor, İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...

Şevket 

2 Kasım 2012 Cuma

Uzun Hikaye izlenmeli?






















Yakın zamanda Antalya Deepo'da güzel bir film izledim. Uzun Hikaye: Mustafa Kutlu kitabı, Osman Sınav filmi. 


Hem filme hemde kitaba dair bir kaç satır karalamak istedim gönlümce.
Kitabı ilk gördüğümde ismiyle bağdaştırdığım nokta şu olmuştu: Mustafa Kutlu çok uzun bir hikaye yazmaya niyetlenmiş; ama kafasının içindekileri çok fazla taşıyamamış, en yoğun en kabarık haliyle fikirlerini devşirmiş yaprakların üzerine ve her bir sayfa onun hikayesinin yoğunluğu altında mürekkeplere bulanmış ve sonuç uzun bir hikaye niyetiyle, kısa ama güzel bir hikaye.

Mustafa Kutlu ismini ekseriya duymuşumdur, ancak kendisini pek tanımam, herhangi bir kitabını da elime almış okumuş değilim. Tabi bu sadece nasip meselesi, bilerek isteyerek uzak durmuş değilim. 

Hasılı filme gitmeye niyetlenmemizle, ayaklanıp üstümüze başımıza çeki düzen vererek kendimizi arabaya atmamız bir oldu. Kenan İmirzalıoğlu'nun oyunculuğunu ne hikmetse severim, bu nedenle filmden keyif alacağıma en başında zaten inanmıştım. Ailecek filmimizi izledikten sonra usulca sinemayı terk ettik.

Eve döndüğümüzde işin rengi biraz değişti. Dönüşte Mustafa Kutlu'nun sağ yönlü bir yazar olduğunu öğrenmiş, ama yazdığı ve filmde anlatılan şeylerin islamiyetle hiç bir alakası olmadığını görmüş bunun üzerine nasıl düşünebilirim ne düşünebilirim mefkuresi etrafında dolanmaya başlamıştım.

Edebi açıdan; akıcı, doyurucu ve güzel bir öykü. Bir edebiyatçıya yakışır nitelikte sade ve kalıcı bir kitap olmuş. ( Bu esnada kitabı elime alıp biraz inceleme fırsatı da buldum tabi) 

Diğer açıdan; bir sevgili yazar, müslümansa bir de, neden yazdıklarında batıya sığınma ihtiyacı hisseder ki, onu  tenkid etmek yerine birebir taklit ederek bir kalıcılık elde edebileceğini neden düşünür ki.
-imreniyoruz başkalarının aşklarına-

Kesinlikle Mustafa Kutlu'nun bu niyetlerle yazdığını veya böyle hareket ettiğini söylemiyorum.
Benimkisi olayın bu yönde geliştiğine dair ufak bir şüphe, kuruntudur. Kim marcel Proust gibi yazmak istemez ki, ya da Emile Zola, Balzac, Stendhal...

Yazasın bir Sosyalist Ali, unutulmayasın. Kitabı bilmeyen ama filmi izleyen bir "ben" hiç bir noktada islamiyeti hissedemedim ve büyük bir sosyalizm hayranlığı ile bütün hak hukuk mevzularını sosyalistler kovalarmış, tek doğrucu insanlar onlarmış gibi gibi. Neden böyle bir şey yazılsın. Ha diyeceksiniz ki o devirde böyleydi, hayır böyle değildi. Değildir, islamiyet her zaman her dönemde her solukta kendini hissettirmişti, dini hassasiyetleri olan bir yazar her zaman bunu hissettirmeli, bir şekilde.

Kendime fazla çelişkiye düşmemek için elimdeki bir kaç eleştiriyle yazımı bitireyim diyorum, neticede ben de doğu menşeili batı eğitimli bir insanım. İçimizde bir hayranlık olduğu doğrudur, aşılması gereken bir hayranlık (aşılması derken, aşalım onları, daha ilerilere gidelim, götürelim. amin)

Şevket




1 Kasım 2012 Perşembe

konumuz: kendimiz.

Hiç kimse içinde bir şey saklayamıyor, bir dışa vurum, bir kendini gösteriş herkese lazım.
Bazan tutmaya çalışıyorum kendi içimde, sonra bir bakmışım kabuslar, karabasanlar.
Sanırım bunları içimizden atmamızı bize bedenimiz tembihliyor, kimsenin içinde tutamadığına bakılırsa.

Gün gelir karşındaki insan hiç hoşlanmadığın bir şey yapar, ama onun o kalitede olmadığı bilir ve göz yumarsın; çünkü normalde gayet aklı selim ve zeki bir insandır.
İşte olması gereken, uygulanması gereken adab.

Buna riayet edenimiz pek az, ya da riayet edildiği zaman bu inceliği sezebilecek insan sayısı da azaldı artık.
Diliyorum ki insanlar farkındalıklarını artırsınlar, bizler de mutlu, huzurlu, keyifli bir dünyada yaşam sürelim.

Şevket.