30 Aralık 2011 Cuma

2011'i birlikte geçirdiğim kitaplar


1 Swann'ın bir aşkı Marcel Proust
Proust'u tanımayan kalmamalı, okuyom ben yaa diyen herkesi bekleriz.

2 Aşkın suçları Marquis de Sade
Sadizm kelimesi kökünü bu adamın soy isminden alıyor, o kadar manyak o kadar yavşak ve o kadar da ahlaksız bir insan.

3 Dünyanın bütün sabahları Pascal Quignard
Pascal'ın  felsefeyle olayları bir araya getirip harmanlaması ciddiye alınmalı hatta on liraya kıyılıp bu kitap da gidilip sahaflardan alınmalı

4 Umami Nuarıklı
Üniden bir hocam vermişti yazarı arkadaşıymış, keyiflik bir şey, siz okumayın.

5 Godot'yu beklerken Samuel Becket
Ooo sembolizm, Godot candır canandır her şeydir. Ölmeden önce okuyun efendim.

6 Eylembilim Oğuz Atay
Üniversite olayları, polisler kafa kırmalar ölümler, olaylar olaylar

7 Ruh adam Nihal atsız
Mutlak seveceksin... Atsız ın psikolojik analizler konusunda doktora yapmaya çalıştığı eseri, çok başarılı değil ama yine de güzel, okunabilir.

8 Matmazel Noraliya'nın koltuğu Peyami Safa
Peyami Safa'nın adının geçtiği yerden mutlaka geçmeli insan.

9 Şah ve Sultan İskender Pala
Çerez gibi klasik bir Pala romanı, güzeldi ama, hoş tatlı munis kedi canını senin.

10 Değirmenimden Mektuplar Alphonse Daudet
Sırf Edebiyat olsun diye okuduk. E adam fransız bir de, bölümüme munhasır bir şahsiyetti es geçmedim ben de.

11 Fatih Sultan Mehmet Yavuz Bahadıroğlu
Bir kaç ek bilgi ve bazı meseleleri tekrar anımsama hususunda güzel oldu

12 Genç Werther in acıları Goethe
Werther'i anlamak için...

13 Satranç Stefan Zweig
Kısa bir kitap, öykü diyelim biz buna, okurken bile kafayı karıştırıp birlikte satranç oynasak mı be filan moduna sokuyor insanı.

14 Leyleklerin uçuşu Jean-Cristophe Grange
Okuduğum en güzel Grange kitabıydı neredeyse, betimlere bittim, kurgunun sonlarında kopukluk filan vardı tatmin olmadım, ama sonradan dönüp baktığımda aklıma hep hoş ve güzel bir kitap olarak gelmeye başladı.

15 İş işten geçti Jean-Paul Sartre
"Ghost" filmi tadında..

16 Sokak-ta Bahaeddin Özkişi
Ödül de almış bu kitabıyla, metaforlar filan eyiydi.

17 Korkma Ben Varım Murat Menteş
Karikatürize edilmiş edebiyat tadı veriyor, devamlı kelime oyunları, yoğun bir akışkanlık.

18 Siddhartha Hermann Hesse
Okumayan kaldı mı bu kitabı? Tanışın muhakkak, en sevdiğim Hesse kitabıdır.

19 Aşkın Metafiziği Arthur Schopenhauer
Okuduktan sonra bir ay toparlanamadım, resmen ne kadar duygu ve his varsa bende, alayına kibrit çaktı, realizmin doruğuna çıkarıyor insanı, tabi abartmamak lazım, bence sallıyor bir çok hususu.

20 Baudelaire Jean-Paul sartre
Baudelari tanımak için harika bir kitap, Sartre kaleme almış hemde, okuduklarım hala hatrımda, sizlerle paylaşmak isterdim ama bunun yerine kitabı bulup okumanızı önermeyi yeğliyorum.

21 Saatleri Ayarlama Enstitüsü Ahmet Hamdi Tanpınar
Mizahın atar damarı, kült!

22 Aşk ve Öbür Cinler Gabriel Garcia Marquez
Ne ben okudum ne siz duydunuz... İtalyan bir arkadaşım en sevdiğim marquez budur dese de ben onun kadar sevemedim Aşk'ı

23 Katya'nın yazı Trevanian
Aldığım güzel hediyelerden birisiydi ve öykü de bir o kadar güzeldi, sevmiştim.

24 Şeytan Yemini Jean-Christophe Grangé
Elime yapışan kitaplardan, artık grange'ı tahmin edebilir hale geldiğim için ite kaka okudum diyebilirim. Fena sayılmaz, ama önermem.

25 Sanat Ali Şeriati
Sadece sanat mı? Harika bir kitaptı, ziyadesiyle doyurucu. Muhakkak okuyun.

26 Caligula Albert Camus
Son Nefeste dahi Je suis  encore vivant !! diyebilen çılgın adam, "hala yaşıyorum!"


27 Beyaz Kale Orhan Pamuk
Blogta bu kitaba dair bir şeyler bulabilirsiniz, imdi tekrar yazmayayım, merak edenler bakadursun.


28 Her temas iz Bırakır Emrah Serbes
Dizi kadar kaliteli değil, Behzat Ç. yi dizide daha çok sevdik.


29 Sandalyeler Eugenie Ionesco
Absürd tiyatroya cukka bir örnek, ötesi yok.


30 Aylak Adam Yusuf atılgan
Aylak Adam... Ölmeden önce okuyun, edebiyatı derin olmasa da Oğuz Atayın ilham kaynağı olan bu şahsiyetle tanışın.


31 Canistan Yusuf atılgan
Diğer bir Atılgan kitabı. Bunu okumayın eheh


32 Cemile Cengiz Aytmatov
En güzel aşk öykülerinden, ben kefilim.


33 Yeni hayat Orhan Pamuk
Okuduğum ilk Pamuk olması hasebiyle pek hakkını vererek okuduğumu söyleyemem, sonradan dönüp tekrar baktığımda hıhım evet bu da olmuş demiştim.


34 Lüzumsuz adam Sait faik abasıyanık
Aylak Adam'dan sonra okumasam olmazdı ve evet Sait Faik de çok güzel bir lüzumsuz çizmiş, tanışın derim.


35 Dine karşı din Ali Şeriati
Yine blogta uzunnn bir inceleme kaleme aldım, merak edenler bakabilir. Tavsiye ederim.


36 Que viva mexico! S.M. Eisenstein
Bir belgeselin kitabı, senaryo, film senaryosu ! arada kaynamıştı, okumaya gerek yok.


37 Çavdar Tarlasında Çocuklar J.D. Salinger
Çok sevmedim, farklı bir üslubu var fena değil.


38 Efrasiyab'ın hikayeleri İhsan Oktay Anar
Çok güzel hikayeler bunlar


39 Cevdet Bey ve Oğulları Orhan Pamuk
Çok kalın ve gereksiz, diğer pamuk romanlarından farklı, koca bir üslub uçurumu var.


40 Benim Adım Kırmızı Orhan Pamuk
En tatlı en munis kedi canını senin ahah, sevdim bu kitabı.


41 90 dakikada NIETZSCHE Paul Strathern
Niçeyi yakından tanımak isteyenlere


42 Aşkın gözyaşları Tebrizli Şems Sinan Meydan
Makalat'ın hafifletilmiş versiyonu


43 Palto Nikolay GOGOL
Hepimiz gogol'un paltosundan çıktık "dostoyevski"


44 Tutunamayanlar Oğuz Atay
Ben ne diyeyim, ne diyeyim ben, diyeyim ne ben.


45 Tehlikeli Oyunlar Oğuz Atay
Çok tehlikeli cıkcık


46 Hayatın Anlamı Arthur Schopenhauer
Düdük makarnası, hayatın anlamına dair hiç bir şey vermiyor, çok karamsar bu adam, düşük suratlı herif. Sağlam mütefekkirdir.


47 Ölü Ozanlar Derneği N.H. Kleinbaum
Kaptan Kaptanım.


48 Muhyiddin İbn arabiden tavsiyeler ibn arabi
Okurken bile korkutuyor insanı, ürperdim kaç kez.


49 Çöle inen Nur Necip Fazıl Kısakürek
Okuduğum en muhteşem siyer.


50 Aliya İzzetbegoviç R. İhsan Eliaçık
Bilge Krala dair  bilgi edinmek içun.


51 Masumiyet Müzesi Orhan Pamuk
Pek masum sayılmaz ki bu.


52 Said Nursi Burhan Bozgeyik
Yine bir biyografi


53 Edebiyatımızda Ramazan Adem Çevik


54 Sırça Fanus Sylvia Plath
Meşhur Sylvia...


55 Empati Adam Fawer


56 Kara Kitap Orhan Pamuk
En kapsamlı Pamuk romanı, kaçmaz.


57 Huzur Ahmet Hamdi Tanpınar
Üsküdar'ın en güzel hali, Mümtaz! Ölmeden önce okunmalı dediklerimden.


58 Ve'l- Asr İsmet Özel
Asra yemin olsun ki...


59 Çamaşırcının Kızı Orhan Kemal


60 Fihi ma fih Mevlana
Makalattan önce okunmalı. Harika bir eser, ne diyeyim hı!


61 Felsefenin Tesellisi Alain de Botton
Google'dan araştırın seveceksiniz, okunmalı dediklerimden.


62 Makalat Şemsi Tebrizi
En deruni saygılarımı hürmetlerimi iletiyorum Tebrizli Şemse, büyüksün reis, bu adamla hemfikir olmak çok keyifli gelmişti. Ağır bir kitaptır, derin ve faydalıdır da, köyde okumuştum sindire sindire, okuduklarımı uygulaya uygulaya. Mutlaka okunmalı dediklerimden.


63 Kar Orhan Pamuk
Bu yoğunlukta edebiyat yapılır da ben okumam mı. Must read!


64 Sessiz Ev Orhan Pamuk
Kar'daki gibi yine siyaset bu defa ülkücüeler, öyküler eşliğinde, ağır ve yoğun bir kitap daha.


65 "Yalnızız"  Peyami Safa
Samim'le tanışmadan olmaz, o sayfalar süren mantık yürütmeler olmadan olmaz, adeta Sherlock Holmes havası var adamda.


66 Murder on the orient Express Agatha Christie
Ta ta ta taaaammm, okuduğum ilk agatha, zeki kadın vesselam.


67 İnce Memed 1 Yaşar Kemal

68 İnce Memed 2 Yaşar Kemal
69 İnce Memed 3 Yaşar Kemal

70 İnce Memed 4 Yaşar Kemal
İnce Memed serisini gözlerimin önünden geçirebildiğim için mutluyum, son ciltte biraz kasılmış olsam da böyle bir Türk Klasiğini okuduğum için kıvanç içerisindeyim, okumayanlar yenil yılda okuyabilirler inşAllah.


71 Günlük Oğuz Atay
Atay'ın okunacaksa okunması gereken en son kitabı. Diğer kitapların içeriklerine dair ipuçları var, spoiler olmasın.

72 Sevgili Milena'ya Mektuplar Franz Kafka
Bir Meriç değil, mektup işte, güzel mektuplar ama.


73 Ölümün Dört Rengi Dücane Cündioğlu
Vasat bir Dücane kitabı.


74 The Picture Of Dorian Gray Oscar Wilde
Biliyordummm sonunun öyle olduğunu biliyordummm.


75 Cebi Delik Paul Auster
Auster'ın otobiyografisi, adamda kendimi gördüm ve korktum. Yok artık bu kadar umursamaz olmaktan vazgeçmeliyim ben de.


76 Körlük José Saramago
Farklı bir üslup ilginç bir tat, kitaptan sonra filme de bakayım dedim de, hiç becerememişler filmi, kitabı edinip okuyun mutlak surette.

77 Don Kişot Cervantes
150-200 sayfalık olanı okuyun, ötesine geçmeyin, gına getirten klasiklerden birisi oldu benim için.

Evet 2011 hasılatı bu kadar.

22 Aralık 2011 Perşembe

"Soykırım" "Boykot"

Fransız Mallarını Boykot ve Fransanın şu son yaptırımları konusunda "yazmadan edemedim" kalıbına sığınarak bir kaç kelam etmek isterim.

Bir arkadaşımın da belirttiği gibi Türkiye'de 301 kalksın diye yaygara koparanların Fransa'da soykırım kabul edilsin diye destekte bulunmalarına ben ne diyeyim hiç bilemedim. 301 kalksın fikirlere özgürlük peki tamam, e şu an hapiste yatan o kadar fikir suçlusu var ki, eylem aksiyon değil cidden düşünce suçundan içeride yatan zevatlar halen mevcut. Sadece bu açıdan bile bir hayli girift bir mesele... Umarım bu tezatlık bahsinde hemfikirizdir.

Yazarların, Orhan Pamuk gibi, sözlerinin delil olarak kullanılması, ispatlama çabalarına bunların duhul edilmesi de ayrıca rahatsızlık verici. Baba ve Piç'te de Elif Şafak'ın bu konuya değindiğini okumuştuk ve evet soykırım oldu imalarını da anlamıştık. E hadi yazarların derdi popülistlik olsun.

Soykırım... Soykırım yahu adı üstünde, soyu kırmış olsaydık (ki arada bazı meseleler oldu göç ederken osmanlı ermenileri rus ermenileri tarafından vuruldu öldürüldü başlarına gelmedik iş kalmadı tarzında yazılan tarih; peki kabul ) şu anki Ermenistan'ı İngilizler mi kurdu?(yazar burada ironi yapıyor, e bi zahmet) Levon Panos Dabağyan isimli Ermeni asıllı yazar bu göç ve soykırım meselesine Abdulhamid ve Ermeniler isimli kitabında güzelce değinmişti... Ve Osmanlı Ermenilerini kıskanan Rum Ermenilerinin kendi soydaşı olan Osmanlı Ermenilerine zulmettiğini filan da yazmıştı. Bu adamların delilleri ne kadar sadık ve sabit ise Dabağyanınkiler de o kadar sabit ve sadık. 

Tarihe inip baktığımızda da ermenilerle her zaman ferah içerisinde yaşadığımızı görebiliriz, bu dahi başlı başına bir delildir benim için. Ben soykırımın olduğuna inanmıyorum, bile isteye hiç bir milleti telef etmeyiz. O dönemlerde göçler ve bazı nedenlerden ötürü ermeniler ölmüş yolda açta açıkta kalmışlardır; olabilir, bunun nedeni yanlış politikadır, soykırım değil. 

Fransız ürünlerini boykot... e fransızcaya dair ne varsa boykot edelim, öncelikle boykot kelimesinin yerine başka bir kelime bulmak lazım tabi. Bu konuda çoğunluktan farklı olarak şöyle düşünüyorum: Ürünleri boykot etmek yersiz, şayet bir fransız markası, herhangi bir ürünü kaliteli ve ucuza imal edip bana da iyi bir hizmet sunuyorsa o ürünü alırım ben; ancak piyasada başka alternatifi olmayacak . O ürünün yerine kalitesiz ve ondan daha pahalı yerli malını alacak değilim, ticaretle milli duyguları birbirine karıştırmama taraftarıyım. Kaldı ki ülke ekonomilerinde boykot etmek sadece lafta kalıyor, yine gizli saklı herkes bir şeyler alacaktır. Ben şahsen emin olduğum israil mallarını almıyorum sadece. İsraile gıcığım, nedeni de bu ve alternatifleri de var. Her zaman aldığım bir ürün misal üçü bir arada neskafe, bu fransızların olsa ben bunu almaya yine devam ederim. Hem kaliteli hem ucuz, bim in daha ucuz ürünleri kesmiyor ne yapayım. Ama kendi hayatıma baktığımda zaten alıp kullandığım bir fransız ürünü yok sanırım. Boykot değil de "tepki" adı altında hükümetin adımlar atması icap ediyor. Siyasi yaptırımlar uygulanmalı, bunun yanında ekonomiye dokunulmamalı kanaatindeyim.

Bunlar üç bej benim görüşlerimi yansıtmaya niyetlenmiş bir kaç başı bozuk cümleden ibaret. Sizler ne düşünüyorsunuz bilmek isterim. Ancak ricam kendi fikirlerinizi söyleyin benim gibi düşünmeyenler olabilir muhakkak; ama direk bana muhalefet olarak gelmeyin valla.










21 Aralık 2011 Çarşamba

Hakkımda 7 Gerçek.

Daha önce hiç mimlenmemiştim. Beni buna dahil eden  kadim dostum (O.Ali) Edebi Tutku 'ya selam ederim.

Benimle birlikte kıymetli hemşerim Ayşen Ilgın ve diğer görüşdaşlardan Gölgeli Yol u da meseleye dahil etmesi neticesinde bana mimleyecek kimseyi bırakmadığı için de kendisini kınıyorum (şiddetle)

Hakkımda 7 gerçek deyince aklım direk seven filmine gitti.

Çok derin ayrıntılar olmasa da bir kaç ufak sırrı burada açıklayayım:

 1) Böyle rakamlar işin içine girince gerildim sanırım az biraz, hem bi sınırlandırma filan söz konusu gibi geldi bana, yanılıyorum değil mi? Tabi ki... Burçlara itimadım yoktur; ama insanlar itimat ettiği için bizim burçlarımız uyuşmuyor diyenlerden uzak durmuş, onları kendimden uzaklaştırmışımdır. Çünkü eninde sonunda bilinçaltına bu olumsuz düşünceyi nakşeden bu şahısların bir fırsatını bulup zaten çekip gidecekleri aşikardır.

 2)Mikro milliyetçiyim, bir insanın Alucralı olduğunu duyduğumda hakkında başka hiç bir şey bilmesem dahi o artık benim ailegillerden, yakın akrabalarımdan biriymiş gibi hisseder buna göre davranırım. Haddi zatında hayli sıcakkanlı ve hoşsohbet olduğum söylenir, buna mukabil madalyonun diğer yüzü de mevcuttur, pek gören olmasa da, henüz o raddeye getirecek bir durumla karşılaşmadım çünkü.

 3)Okumak; kitaplar... Beni terk etmeyen, benim terk etmediğim nadir dostlarımdan. Daha dün tanıdığım insanların bugün: ne çok kitaplardan bahsediyorsun şarlatan mısın sen, şovenist misin arkadaşım, bu kadar bahsetme, bırak şunları diye söylenmelerini sükunetle karşılıyorum. Anlamanız gereken husus şu: sizden vazgeçerim, hepinizden teker teker vazgeçerim. Ama okumaktan ve kitaplardan vazgeçmem. Ben böyle doğmuşum, böyle yaşamak zorunda kalmışım ve kitaplarla hayata tutunmuşum. Bazılarınızın iddia ettiği gibi hayal dünyasında filan yaşadığım da yok. Sosyal bir dünyam, normal bir hayatım ve herkesin başına gelebilecek olağan acılarım var benim de. Sırf birileri beni şovenist sanmasın diye yıllardır kullandığım gözlüğü gözümden çıkaracak olmadığım gibi, kitapları da elimden bırakacak dilimden düşürecek değilim. Bak ilk defa bu kadar sert konuştum bu konuda da ha-ha

 4)Fevkalade saplantılı takıntılı birisiyim. Hangi işe el atarsam atayım onun sonunu getirmeden duramam. Bu sebepten kitap okuyabiliyorum zaten, en kalın kitapları bile korkmadan elime alabilirim. 3-4 bin küsür bölüm anime 4-5 bin küsür cilt manga okuyan, okuyabilen rahatsız bir bünyem var. Yabancı dizileri kaç sezon olduğunu umursamadan bir oturuşta sezon sezon eriten de benim bu içimdeki monsterdır. Tabi abartıyorum sanmayın, biliyorum hepiniz bu şekilde hareket ediyorsunuz. Ama insan olan sıkılır bence, aralıksız 10 bin sayfa manga okumak herkesin harcı değildir sanırım. Bu da gerçeklerden birisi sayılabilir.

 5)Aşık olmak ve sevmek. Çok ikircikli bir mesele bu. Aşık olduğunu sananlardanım, sonra bir bakmışım ki aşkı kalemime alet ediyorum. Romantik cümleler, kendi kendime hayranlık duyduğum aşıkane tavırlar, özel cümleler, derinden kopan fikirlere sarılmış aşk tomurcukları etc. Bu da edebiyata olan aşkın bir neticesi sanırım. Bu yüzden hiç aşık olmadım denilebilir. Evet aşıklar gibi çok güzel şeyler yazdım, edebi değeri olduğunu düşündüğüm yazılar öyküler şiirler de yazdım. Bunları yazarken muhatabım aşıktan ziyade kendim idim, kendime yazıyormuşçasına keyif alır ve aşka gelirdim. Bir nevi ilham kaynağı olmaktan öteye geçmedi kıymet verdiğim insanlar. Ve hayır bunu bilerek yapmadım. Aşık olmak zor zanaat hem, 11 yıl önce bir kızla göz göze gelince karnıma giren sancılardan başka aşka dair bir şeyim yok. Sevmek mi? Evet sevmek denilen şeye inanıyorum. Sevdim, çok sevdim hemde. Seviyorum da.

 6)Geçmişini saklayabilen insanlara gıpta etmişimdir. Sahip olduğum bütün fotoğrafları ve günlüklerimi rüzgarlı bir akşamda çatıya çıkıp yakmışımdır.

 7)Anlatabileceğim pek çok şey var; ama ilk 6 tanesiyle dahi bir hayli deşifre olduk. E beni takip eden hocalarım filan bile var, üzerimde acayip bir baskı oluşturuyorlar, burayı okurken de güleceklerdir eminim ha-ha hatta telefon bile edebilirler ha-h...

Bu kadarı kafidir umarım :)

 Ben de Gizem'i ve  Tankut'u mimliyorum.

20 Aralık 2011 Salı

İnsanlık Öldü...

Nihayet insanlık öldü. Haber aldığımıza göre,uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık,dün hayata gözlerini yummuştur. Bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler ve uzun süre,’yahu insanlık öldü mü?’ diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır. Bu nedenle gazetelerinde,’insanlık öldü mü?’ ya da ‘insanlık ölür mü?’ biçiminde büyük başlıklar yayımlamakta yetinmişlerdir. Fakat acı haber kısa zamanda yayılmış ve gazetelere telefonlar,telgraflar yağmıştır;herkes,insanlığın son durumunu öğrenmek istemiştir.

Bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsa da,yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru olduğunu göstermiştir. Evet,insanlık artık aramızda yok. İnsanlıktan uzun süredir ümidini kesenler,ya da hayatlarında insanlığın hiç farkında olmayanlar bu haberi yadırgamamışlardır. Fakat,insanlık aleminin bu büyük kaybı,birçok yürekte derin yaralar açmış ve onları ürkütücü bir karanlığa sürüklemiştir;o kadar ki,bazıları artık insanlık olmadığına göre bir alemden de söz edilemeyeceğini ileri sürmeğe başlamışlardır.

Bize göre,böyle geniş yorumlarda bulunmak için vakit henüz erkendir. İnsanlık artık aramızda dolaşmasa bile,hatırası gönüllerde her zaman yaşayacak ve çocuklarımız bizden,bir zamanlar insanlığın olduğunu,bizim gibi nefes alıp ıztırap çektiğini öğreneceklerdir. İnsanlığın güzel ve çekingen yüzünü ben de görür gibi oluyorum. Zavallı insanlık kendini belli etmeden sokaklarda dolaşır ve insanlık için bir şeyler yapmaya çalışanları sevgiyle izlerdi. Bugün için insanlık ölmüşse de,onun ilkeleri akıllara durgunluk verecek bir canlılıkla aramızda yaşamaya devam edecektir.

İnsanlıktan paylarını alamayanlar için zaten bir ölüydü;onun bu kadar uzun yaşamasına şaşılıyordu. Yıllarca önce küçük bir kasabada dünyaya gelen insanlık,dünya savaşlarından birinde,çok rutubetli bir siperde göğsünü üşütmüş ve aylarca hasta yatmıştı. Bu olaydan sonra,hastalığın izlerini bütün ömrünce ciğerlerinde taşıyan insanlık,önceki gece sabaha karşı nefes alamaz olmuş ve gösterilen bütün çabalara rağmen gün ağarırken doktorlar,insanlıktan ümitlerini kesmek zorunda kalmışlardır.

Doğru dürüst bir tahsil göremeyen ve kendi kendini yetiştiren insanlık hiç evlenmemişti. Küçük yaşta öksüz kalan insanlığa,doğru dürüst bir mirasta kalmamıştı;bu yüzden sıkıntılarla geçen hayatı boyunca insanlık,başkalarının yardımıyla geçinmeğe çalışmıştı. İnsanlığın ölümüyle ülkemiz,boşluğu doldurulması mümkün olmayan bir değerini kaybetmiştir. Gazetemiz,insanlığın yakınlarına baş sağlığı ve sonsuz sabırlar diler. Not: merhumun cenazesi,önce,uzun yıllar yaşamış olduğu hürriyet caddesinden geçirilecek ve ölümüne kadar içinde barındığı ümit apartmanı bodrum katında yapılacak kısa ve sade törenden sonra toprağa verilecektir.

Oguz Atay - Tehlikeli Oyunlar

Körlük- José Saramago



José Saramago... İsmini ilk kez, akşamın bir vakti Kadıköy Alkım kitabevinde Semih'le dolaşırken duydum. Abi körlük ve görmek diye iki kitap var, görürsen haber ver! Kim ki bu kitapların yazarı? José Saramago abi, çok güzel yazıyor farklı bir üslubu var! Hadi ya bak merak ettim, hadi bulalım şu kitapları o zaman. Hızlı bir taramadan sonra körlük ve görmek isimli kitapları buldum, elime alıp incelemeye koyuldum, Semih heyecandan yerinde duramıyor tabi, ama ben henüz yazarı bile tanımadığım için pek tepki vermiyorum. Kitaplar el değiştirdi, şimdi Semih inceliyor. Peki tamam ben de okurum bunları Semih. Alacak mısın şimdi abi? Yok ya şimdi alamam Peyami Safa'ya verdim paramı, ama şu körlük'ü okurum yakın zamanda... demiştim. Nasip oldu işte körlük elime geçti ve okudum. Kitaptan pek bahsetmiyorum farkındayım, peki siz şu an José'nin üslubunu kullandığımın farkında mısınız? Sadece nokta ve virgülden oluşan cümleler... Konuşmalar dahil, her şey başlı başına küçük bir devrim niteliğinde. Benim imdi görmek'i okumam lazım. Tabi kitaplar birbiriyle bağlantılı mı henüz bilmiyorum, ama bu kitap kendi başına okunabilecek single diyebileceğimiz bir eser, ha-ha single denmez tabi kitaplara, ama set gibi görünmüyor işte.
Paul Auster'dan sonra tanıdığım ikinci farklı yazar, bu günlerde keyifli kalemlerle karşılaşıyorum. Tavsiye ederim, mutlaka tanışın bu kalemle...
Ve kitabın içeriğine dair! Hayır içerikle alakalı hiç bir şey söylememek en doğrusu, mantıksal çıkarımlar, tarafsız bakış açısı, romanın içinde felsefe gibi sujelere rastlamanız muhtemel. Hadi iyi okumalar!

5 Aralık 2011 Pazartesi

ve ben şimdi kütüphanesiz bir adamım


Evdeki kitap raflarımızdan farklı bir kisveye bürünen Kütüphanenin bendeki öyküsü...


Kütüphane kültürüm 12-13 yaşlarıma dayanır.
Orta ikiye gidiyordum o sıralarda, okulun en alt katta büyükçe bir kütüphanesi vardı, duymuş, işitmiş; ama hiç gitmemiş idim. Okumayı severdim, ancak kütüphaneye girmek demek: daha önce tanımadığım bilmediğim bir mekana girip orada hiç yabancı değilmiş numarası yaparak dolanmak, mümkünse insanlara da tebessüm edebilmek anlamına geliyordu. En azından benim için, hem çocuktum hemde bazı psikolojik sorunlarım vardı. Tabi kimin yoktu ki, hepimizin çocukluğunda bir kedi kesmişliği vardır... Hasılı bir türlü cesaretimi toparlayıp giremiyordum oraya, aynı şekilde liseye giderken de ilk sene kantinden bir şey alıp yiyememiştim, ikinci üçüncü yıllarımda kantinden bir şeyler alıp yiyebilme alışkanlığını kazanabilmiştim. Yine bir gün en alt katta dolanırken kütüphanenin kapısını açık gördüm, kapıyı öyle açık görmemle içeri bir anda "düşünmeden, hesap kitap yapmadan, çizdiğim planları bile bile evde unutmuşum" içeri dalmam bir oldu. Hemen hiç bir şey yokmuş, her şey olağanmış gibi raflara doğru yürüdüm. Hayret kimse bir şey demiyordu, tam rafların önüne geldiğimde usulca kafamı çevirip etrafa baktım, ne var ne yok, bana bakan var mı, elime kitap alsam beni döverler mi diye tepkileri ölçmeye çalışıyordum. Sonra elimi raflara uzatıp ilk kitabımı almış oldum. Aldığım kitap neydi, şu an inanın anımsamıyorum ama ya Jules Verne'nin kitaplarından birisidir ya da yine herhangi bir macera romanıdır. Eminim çok eminim hemde, evet Raskolnikov'la tanışmam da orta ikide olmuştu; ama ondan önce bir kaç kitap okumuştum.
Mesela:
Denizler altında yirmi bin fersah, kaptan nemo, hayranım sana be adam!
İki yıl okul tatili: bu harikaydı ya, hayalimde hep öyle şeyler yapmak vardı, hatta ve hatta şimdi hatırladım, ben bu kitaptan sonra öykü bile yazmıştım 7/B li maceracılar diye, sekiz sayfa filandı, ne oldu acaba o öyküme, bizim sınıftakileri kullanarak bir ada sujesiyle çılgınca şeyler yazmıştım, anımsıyorum.
Robinson Crouse hatta İsviçreli Robinsonlar diye de ayrıca bir kitap okumuştum, Kahraman Kuş, E.Nesbit'in kitabıydı hiç unutmam.
Sonra Mercan Adası vardı, ne şeker kitaptı o öyle...
Şeker portakalı; Zeze'yi de o esnada okudum... Belki gülebilirsiniz ama Maksim Gorki'nin Ana'sını da tam bu yıllarda okudum. Ne anladığıma gelince, o anda belki çok şey değil, ama okuduklarımı unutmadığım için ilerleyen yaşlarımda ne okuduğumun da idrakine varmış oldum.
Sonra Üç Silahşörler, ertesi gün iade ettiğimde okuduğuma inanmamıştı kütüphaneci, bana anlattırmıştı hatta, komikti; çünkü herhangi bir sayfa açtı iki cümle okudu ve bana hadi devam et dedi, yok artık! ezberlemedim sadece okudum şapşal seni. ha-ha
Pal Sokağı Çocukları, bu kitaptan sonra kavga çıkarmıştım, Nemeçek... Şu an bile bu ismi hatırlamak beni ağlamaya yaklaştırır. Cidden ağlarım bak, geçiyorum bu kitabı.
Orhan Kemal! Evet evet o bıcır yaşta Orhan Kemal de okudum, "bereketli topraklar üzerinde" mesela, eh pek de yaşımla bağdaşmayan şeyleri erkenden görmüş ve anlamaya çalışmıştım, ama pek bir zararı olmadı bunların bana. Ömer Seyfettin ve türevleri. Hatta anımsıyorum bir kaç kalın kitabı da, Andre Malraux'un "umut" kitabını mesela okumaya ant içmiştim o günlerde. Biraz çocukluk biraz da okumaya olan açlık dolayısıyla ortaya çıkan ilgi çekici bir tablo, her güne bir kitap kampanyası gibi bir şey olmuştu.
Tom Amca'nın Külübesi'ni okuduğum için faşist olamadım belki de! Liste uzayıp gider böyle, her kitapta ayrı bir dünyanın kapısı açılıyordu ufkuma ve bu bana o kadar cazip geliyordu ki bir türlü vazgeçemiyordum okumaktan. Takıntı, hastalık, aşk... Hangisini tercih ederseniz, ben aşk demeyi yeğliyorum.
Ortaokul bitti. Lgs'ye girildi. Beni zorla soktular sınava, esasında sınavdan haberim bile yoktu, Lgs nedir bilmezdim bile, bizim zamanımızda bu kadar bilinçli değildi insanlar, gerçekten bak, okulumu birincilikle bitirmiştim, ortaokulu yani, bir kaç birinci vardı 4.96 ortalamayla; ama yine de haberdar değildim böyle bir sınavdan. Benim sınav formunu müdür saklamış, sonradan verdi bana al doldur şunu sınava gir diye; böylesi bir cehalet.
Umrumda değildi Lgs, okul ortalamamla süper liseye gidecektim. Mahalleden bir abi vardı, nevzat ayaz süper lisesine gidiyordu. İçinde süper kelimesi de geçince aklım çelinmişti zaten kaç yıl öncesinden takmıştım ben nevzat ayaza gideceğim diye. Hasılı istediğim yere gittim, evime çok uzak değildi lise, buna rağmen yatılı yurtta kalmayı tercih ettim. Din diyanet namaz abdest kur'an gibi şeyleri öğrenmek ve uygulamak naif ruhuma her zaman iyi gelmiştir. Öncesinde yurdun kütüphanesini sömürmeye başladım. Okulun kütüphanesi gösteriş amaçlıydı zaten, kitap alamazdık bile. Yurtta dünya klasikleri hususunda kayda değer bir zenginlikle karşılaştım. Bordo Mavi ve Kum saati yayınlarından ne çıkmışsa okudum diyeyim de bu fasıl kısa sürsün. Yoksa bütün listeyi önüze serip sizleri sıkmak istemem. Ama "budala"ya "delikanlı"ya "anna karenina" ya "savaş ve barış" a da şöyle bir selam vermeden geçmek istemem.
Başta Rus edebiyatı olmak üzere bir çok alanda pek çok kitap okudum bu vesileyle. Sonrasında Ümraniye Haldun Alagaş'ın içerisine yeni bir devlet kütüphanesi kuruldu. Hemen kayıt yaptırdım ve yeni kitaplar edinmeye başladım. Bu yeni kütüphanenin bana getirisi romanlar olmuştu, daha çok bilimkurgu, macera, fantastik türüne munhasır romanlar, Robin Cook gibi. Bazı saçma kitapları okumamam gerektiğini de bu dönemde öğrendim. Çöp öğütücü değildim ben, her önüme geleni okuyamazdım. Ve o kadar çok saçma sapan kitap vardı ki... Lise hayatım devamlı bir okuma telaşesi içinde geçti, öss ye bile okuyarak hazırlandım neredeyse. Yabancı dil bölümündeydim, yetenekliydim o yüzden fazla çalışmazdım. Yatarak da üniyi kazanırım mantığı vardı o dönemde de, ama ben yatarak değil okuyarak kazanmayı tercih ettim. Bölümüme de katkısı olsun diye ingilizce kitaplar okumaya başlamıştım. Dershaneden temin ettiğim orijinal kitapları da üç günde okuyup iade etmeye başlamıştım, Mark Twain imzalı bazı eserler; A Tramp Abroad, Sophie's World, Neverendingstory bunlardan bazıları.
Ve düşündüğüm gibi olmuştu. Öss'yi okuyarak kazanmıştım, okumak iptiladır müptelalara selam olsun, öncelikle Cemil Meriç'e tabi. Çok severdim Meriç'i o dönemlerde, hala da sever ve sayarım. Çok iyi bir okuyucudur hepinizce malum. İşte fakülte tercihlerimi yaparken onun İ.Ü fransız dili ve edebiyatı mezunu olduğunu öğrendim, sonra da İsmet Özel'i de ekledim bu listeye, o da fr mezunuydu. İlk sıradan i.ü fr dil edebiyatı yazıp kendimi i.ü ye atıverdim. İkinci sıraya da Galatasaray fr yi yazmıştım ha-ha
Edebiyat fakültesinde nasıl kitap alınır ne yapılır ne edilir pek bilmem, öğrenemedim de. Üni yıllarımdaki en büyük sömürü kaynağım Orhan Kemal İl Halk Kütüphanesi olmuştu. Bu kütüphanede kimlerle tanışmadım ki... Yusuf Atılgan'dan Oğuz Atay'a; Bozkırkurdu'ndan Oblomov'a, Orhan Pamuk'tan Balzac'ın bütün romanlarına kadar aklıma gelebilecek (okuduğum ne kadar kitap kaldıysa geriye) bütün kitapları bu kütüphaneden temin edip okudum.
Kütüphanelerin en büyük güzelliği insanı devamlı okumaya teşvik ediyor oluşu ve tevafuken bir çok kitabla karşılaşıyor olmamızdan mütevellit, şunu da okuyayım aman şunu da şunu da girdabına kendimizi kaptırabiliyoruz. Bu zaten okumayı seven bünyeler için önüne geçilemez bir akış sağlıyor ki bu etkiyi ancak ve ancak kütüphaneler temin edebilir kanaatindeyim.
Ve ben şimdi kütüphanesiz bir adamım... Mezun oldum ve bütün bu ortamların uzağına düştüm. Yakın civarlarda yeni bir kütüphane temin etmem lazım. Çünkü okumak istediklerimi alacak param yok, olsa da yetmez sanırım.
Steven demişti ya hani: "aç kal, budala kal, ama kendin kal" diye. Ben de diyorum ki aç kalmayın, kitapsız da kalmayın...

Şevket B.

4 Aralık 2011 Pazar

albert camus veba


Camus'nün "yabancı" sı bilinir, o konuşulur hep. Ama Veba vardır esasında Camus'nün toplum psikolojisini ustalıkla kaleme aldığı.
Camus, felsefeleri edebiyatlaştırabilen o büyük ustalardandır, ufku geniş muztariplerdendir. Kitabı edinip okuyunuz, üzerine pek bir şey söylemek istemiyorum; çünkü ayrı bir inceleme yazısı kaleme almak icap eder.
Albert Camus nün Veba'sını gece bitiremeyince yarım bırakıp uyumuştum, rüyama giren tek kitaptır, rüyanın ertesinde kalemime dökülen satırları paylaşıyorum sadece.


Hafızası kuvvetli olmasına rağmen ikide bir elindeki bilete bakıp otobüs numarasını kontrol ediyordu, 18 numaralı koltukta seyahat edecekti. Bir yandan yürüyüp diğer yandan elindeki bilete bakarak otobüslerin arasından Çukurova yazılı olanı bulmuştu sonunda. Sırtındaki çanta gittikçe ağırlaşmaya başlamıştı. Muavine bileti gösterip otobüse bindi. Çantasını, oturduğu koltuğun üstüne özenle yerleştirdi. Kulaklığını çıkarıp muavinden bir bardak su istedi.Suyunu içerken bir yandan düşünüyordu: ne yapabilirdi Çukurova'da? Pamuk toplamaktan eline ne kadar geçecekti? Kaçak hayatını idame ettirebilecek miydi? Elini üst bagaja atıp çantasını yanına çekti. İçinden bir kitap çıkardı, Albert Camus'nün Veba isimli kitabıydı ve okumaya başladı. Okudukça kitapla bütünleşiyor ve varlığını unutuyordu. Huzur buluyordu, tarif edemediği garip bir haz. Okurken karanlık çökmüştü kitabı önündeki monta edilmiş masaya bırakarak, başını arkaya yasladı ve hafif bir uykuya daldı.
Gerçek miydi hayal mi? Kestirmek çok güçtü. Veba nın tüm kenti kapladığı bir beldedeydi. Yada Çukurova'ya giden bir otobüsteydi. Yoksa aslında kentte vebadan can çekişirken kendisini Çukurova'ya giden bir otobüste mi hayal ediyordu. Hangisi gerçekti? Aklı her türlü ihanet ediyordu kendisine. Eroin nedir bilmezdi; ama esrarkeşler gibi hissettiğine yemin edebilirdi.
Yıllar geçti bir türlü aklını kontrol altına alamadı. Yazar ne yazmıştı? Çukurova’ yı mı Oran* ’ ımı? Hangisi yazın ürünüydü? Sonu neydi hikayenin? Yazarın mahkumu gibi hissediyordu kendisini, 10 yıl geçti aradan ve gözlerini açtı nihayet. Oturduğu koltuk numarası 18, kahretsin polis çevirmiş otobüsü. Sevinse miydi üzülse miydi kestiremedi.


*Oran: kitaptaki veba ya mahkum olan memleketin adıdır.
Haziran 2009 Şevket Bıdı